6 Eylül 2011 Salı

Kadıköy akşamından..

Sokak oldukça sessizdi. Kalabalık hızlı ve emin adımlarla sağa sola yürüyor, koşturuyor, her adımında tozları savuruyordu. Yosunlu, balıklı, vapurlu, mazotlu deniz kokusu, sahile inen dar ve geniş sokaklardan yol buluyordu. Gürültülü yetişme çabaları içinde arkadaş masasını arayan gözler, hızlı ve hareketli bakışlarla kafeleri tarıyordu. Her zamanki gibi bir Kadıköy akşamıydı aslında. 

Kukla Balık İnsan Oluyor

Suyun akıntısı içinde belli belirsiz bir kıpırtı gibiydi hareketi. Ne vardı ne de yoktu. Oradaydı. Her merhale ona bir taç taktı. Bir sonraki adım, tüm taçları yere bırakmaktı. Ne vardı ne yoktu; bir vardı bir yoktu; varlığı içinde yok olurken, yokluğunda vardı hep. Sadece yokluğu tatmak gerekti. Kendisini hissetmek için. Ne zaman kendisiyle konuşsa, kendisini bir türlü bulamamaktan yakınırdı.

Her şey bir ‘uydurma’ydı. Uydurulmak için kurgulanmıştı.

Suyun içinde kaç zamandır nefessiz kaldığının farkında değildi. Sadece duruyordu. Kolları ve bacakları kendisine değil de bir kuklaya aitmişçesine iplerinden kopmuş, boşlukta asılı idi. Başı, derindeki hafif su dalgaları ile bir o yana bir bu yana salınıyordu. Kaçıncı metredeyken ipleri koparmıştı? Haberi yoktu. Oyunundan koptu kopalı, yüzeydeki cilveli ışık, ipin koptuğu yerden sonrasına dalmaya korkan bir arkadaş gibiydi.

15 Şubat 2011 Salı

Balığın Hikayesi

Kocaman bir okyanusta bir balık yaşarmış. Yaşadığı suyun berrak görüntüsü kendisini çeker, ancak uçsuzluğundan korkarmış. Bucaksız davet kalbini çağırsa da, balık, aklını dinlermiş. Yüzeyde kırılan gün ışığının güzelliğine yüzedursun; hissettiği güneşin sıcağına inat, derinlerin cazibesi ona fısıldadıkça, merakı denizleri de aşarmış. Ne güneşin tatlı sıcağından kopabiliyormuş minik balık, ne de derinlerin çağrısındaki çekicilikten.. Öte taraftan, derin karanlık onu ürkütüyor; belirsizliğin içinde onu bekleyen belirsizlerden kaçmak istiyormuş. Derinden gelen ses onu çağırsa da, bu ses aynı zamanda dipteki karanlığın fısıltısıymış ona göre. Balık kararsızmış. Her ikisinden birini seçmemek de bir yolmuş. Ancak bu, öylesine ivmesiz yüzülen bir yolmuş ki, yüzmek ile yüzmemek arasında bir fark yokmuş. Hevesi, yüzeyde zıplama heyecanları peşinde koşadursun, gönlü zıttına yüzmek istemiş. Dinlemiş balık ve yüzmüş derine.
Açık mavi koyuya çaldıkça, cilveli sihirbaz gün ışığı, gerilerde kalan bir oyuncuymuş artık. Oyunundan kopan balık, nerede sonlanacağını bilmediği merakından ve heyecanından daha dipsiz olan suyun diplerine doğru ilerlemeye devam etmiş.
Artık yüzey görünmüyormuş. Oyun oynadığı ışığın izi bile yokmuş. O kadar yorulmuş ki, hareket edemez hale gelmiş. Gözlerini kapatmış. Üzülmüş balık. Daha ötesi kırılmış. Onca heves, onca azimle, hızlı hızlı ve kararlılıkla ona doğru yüzdüğü fısıltı, duyamadığı olmuş. Durmuş. Gözlerini açmamış. Nefesini almaya takati kalmadığı bir anda aniden irkilmiş. Bedeninin her zerresinde hissettiği titreşim, önceleri hissedemediği akışkanlık, fısıldamış yeniden. ‘’Tüm algılarını kapattığın vakit’’ demiş fısıltı, ‘’beni duyarsın’’. ‘’Beni hissettiğinin artık farkındasın. Gözlerini açmana gerek yok. Yüzme! Gerek yok. Sen artık, benim akışımdasın. Artık su oldun balık! Balık hafızan da azad oldu’’.

6 Ocak 2011 Perşembe

Ne yaşarsan yaşa, yaşanmışlığa dönüştüğü anda geçmişte kalıyor. Hayat ''Haydi, devam et!'' diyor ve devam ediyorsun.. Geçmiş geçmişte kalıyor.. Hafıza evinin odalarında yaşayıp gidiyorlar; bazen kapıları açık, bazen kapalı. Sevdiğin, beklediğin, beklemediğin, hayatına girmiş herkes ve herşey.. Bir bir giriyorlar odalarına. Bu evin içine girmeden önce binbir yaşanmışlığın geçtiği büyük salondaki karmaşa ve coşkuya tezat, odalarına girerken öyle sessiz oluyorlar ki.. Kör, sağır, dilsiz gibi...
Sanki hiç tanımamış.. tanışmamış gibi.. Tanıştığına memnun olup olmadığını bilmeden gitmeye karar verirler odalarına. Hafızadaki odalarına çekilirken, sanki hafızaları yok olmuştur. Üzerlerinde isimleri yazar sadece.
Suskun.. giderler odalarına..